The Prestige – Christopher Nolan (2016)

“İnsan imkânsızı yakalayabilir sözünü bilir misiniz? Yalan! İnsan imkânsızın ötesine geçebilir”

En büyük numarayı bulmanın peşine düşen ve kişisel bir kavgaları da olan iki sihirbazın hikâyesi.

İngiliz yazar Christopher Priest’in aynı adlı, ödüllü romanından uyarlanan bir ABD – İngiltere ortak yapımı. Senaryosu Nolan kardeşler (Christopher ve Jonathan) tarafından yazılan filmin yönetmenliğini Christopher Nolan üstlenmiş. 2006 yılında sihirbazlarla ilgili çekilen üç filmden biri olan çalışma seyirciden de epey ilgi gören bir eser olmuş ve hikâyenin neden Nolan’ın ilgisini çektiğini kanıtlamak istercesine oyun içinde oyun havası ile “zekâ”ya da hitap etmiş. Sağlam oyuncu kadrosu, dönem filmi olmanın hakkını veren başarılı set ve kostüm çalışmaları ve Nolan’ın becerisini sonuna kadar gösterdiği yönetmenlik çalışması ile ilgi göstermemenin zor olduğu bir film bu. Buna karşılık, pek çok Nolan filmi gibi kendisini fazlası ile önemsemesinden de kaynaklanan fazla gösterişli oma çabası ve tekrara düşmek gibi kusurları da var.

2006 yılı sinemada adeta sihirbazların ve sihirin yılı olmuş ve üç film birden gösterme girmişti onları konu edinen: Neil Burger’ın “The Illusionist – Sihirbaz”, Woody Allen’ın “Scoop” ve Nolan’ın bu filmi. İki illüzyonist arasındaki kişisel ve meslekî rekabetin en uç noktalara taşındığı bir hikâye anlatan film, iki ana karakterinin mesleğine uygun olarak oyunlar anlatıyor bize ve Nolan’ın alamet-i farikası olduğu gibi oyun içinde oyunlarla ilerliyor. “Inception – Başlangıç” filmindeki rüya içinde rüya içinde rüya… motifinin kullanımı ile adeta seyircisini bir zekâ oyununa davet etmiş ve hikâyenin “kompleks”liğinden yılmayanların da kendisini ayrıcalıklı hissetmesini sağlamıştı Nolan nerede ise. Burada da iki rakip birbirine oyunlar oynayıp dururken veya birbirlerinin oyununu bozarken benzer bir çabanın içinde oluyor Nolan ve aynı havayı yakalıyor. Bu işe yarıyor mu sorusunun cevabı ise bir noktaya kadar evet daha çok. Evet, rekabet ve oyunlar hikâyeyi ayakta tutuyor ama bir yerden sonra da tekrara ve zorlamaya düşüyor film. Hırs ve tutkuların, belki bunlardan da çok rakibini alt etmenin hikâyesi oldukça profesyonel bir anlatımla ve sağlam bir kadro ile karşınıza çıkınca etkilenmemek pek kolay değil ve bu film de sonuçta amacına ulaşarak geniş kitleler için çekici bir seyirlik olmayı başarıyor. Hikâyenin uzadıkça uzayıp içine gizemli bilim adamı Tesla’yı ve bir çeşit klonlamayı da almasından sonra -eğer filme araya bir mesafe koyarak bakabiliyorsanız-, bu kadarı da fazla oldu demeniz oldukça muhtemel. Sonuçta bu bir Nolan filmi olarak kendisine hayran; dolayısı ile biçimsel güzelliğini ve zekâya hitap eden içeriğini uzun uzun seyrediyor ve sizden de aynısını istiyor.

İki rakibi canlandıran Christian Bale ve Hugh Jackman, sihir numaralarını hazırlayan mühendis rolündeki Michael Caine, her iki illüzyonistin de yardımcısı ve sevgilisi olan Scarlett Johansson, Tesla’yı oynayan David Bowie ve rakiplerden birinin eşini canlandıran Rebecca Hall… Evet, güçlü bir kadro bu ve varlıkları ile bile belli bir ilgiyi garantileyen isimler olarak filme katkı sağlıyorlar. Karakterlerinin hırs, rekabet, intikam, trajedi gibi öğelerle hayli yoğun olarak yaşadıkları hayatlarını gerçekçi ve takibe değer kılan bu isimler içinde Jackman’ın bir parça öne çıktığını da söyleyelim. Kadın oyuncuların karakterlerinin tıpkı gösterinin asıl kahramanlarının erkekler olması gibi bir parça geride kaldığı filmde rekabet kavramının üzerine epey oynamış hikâye ve sadece iki illüzyonistin arasındakini değil, Tesla ile Edison arasındakini de almış kapsamına. Bilim veya bir sahne sanatı fark etmiyor demek ki; rekabet her zaman ölümcül olabiliyor diyor film bize.

Açılışta Michael Caine’in karakteri filmin adına da esin kaynağı olan “prestij” kelimesinin anlamını açıklıyor bir çocuğa ve bize. Filme (ve uyarlandığı romana) göre illüzyon sanatı üç aşamadan oluşuyor: “Vaat” (seyirciye “sıradan” bir nesnenin gösterilmesi ve nesnenin sıradanlığını kendisinin kontrol etmesinin istenmesi), “Dönüştürme” (sıradan/olağan nesnenin olağanüstü bir şeye dönüştürülmesi ki bu aşama etkileyicidir ama asıl vurucu olan değildir çünkü bir şeyi kaybetmekten çok onu geri getirebilmektir marifet ve bu da son aşamada yapılandır) ve “Prestij”. Filmimiz doğrudan bu aşamaları izlemiyor belki ama yok ettiği “şeyler”i finalde karşımıza geri getirerek kendi “prestij” anını yakalıyor. Ne var ki bu prestij anının geleceğini de fazlası ile belli ediyor ilginç bir şekilde ve bu da finali olumsuz anlamda etkiliyor doğal olarak. Bu derece oyun içeren ve kronolojik bir anlatımı olmayan bir hikâyenin zaman zaman fazlası ile düz görünmesi ve daha da önemlisi, bu derece oyun içeren bir filmin nedense bir parça soğuk bir dil ile anlatılmış olması da olumsuz noktalar olarak dikkat çekiyor. Sonuçta, tüm kusurlarına rağmen Nolan’ın filmi ticarî sinemanın zanaatkârlığının usta bir örneği olarak ilgiyi hak ediyor.

(“Prestij”)

(Visited 230 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir