The Wrong Man – Alfred Hitchcock (1956)

“Kıyma makinesinden geçmek gibi. Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşatıyorlar.”

Silahlı soygun suçlaması ile tutuklanan bir adamın masumiyetini ispatlama çabalarının hikâyesi.

Alfred Hitchcock tarafından gerçek bir olaydan uyarlanan film, yönetmenin diğer filmlerinden farklı bir noktada duran ve Fransız Yeni Dalga ustalarının çok sevdiği ve önemsediği bu yönetmenin Godard tarafından üstüne uzun bir eleştiri yazdığı bir çalışması. Hemen tüm filmlerinde kendisine çok kısa bir rol veren (yoldan geçen adam, otobüsü son anda kaçıran adam vs.) Hitchcock bu filmde hemen başta filmin kısa bir sunumunu yaparak farklı bir rol seçmiş. Yönetmenin diğer hiçbir filminde böyle bir sunum yapmadığı düşünülürse, filmin hem onun için öneminden hem de belki de filmin diğer eserlerinden farklı bir noktada ve tipik gerilim (burada hem “suspense” hem de “thriller” anlamları ile düşünmek gerek) öğelerinden uzak olmasından söz edilebilir.

Bir insanın işlemediği bir suçtan dolayı suçlanmasının ve adalet mekanizmasının kağıt üzerindeki tanımının aksine suçluluğun değil suçsuzluğun ispatlanması üzerine işlemesinin neden olduğu psikolojik sonuçlara ve adalet arayışına odaklanan film baş oyuncusu Henry Fonda’dan sıkı bir destek alıyor ama burada Fonda’nın kontrbas çaldığı sahneleri ayrı tutmak gerek. Bu sahnelerdeki donukluğu gerçekten şaşırtıcı. Eş rolündeki Vera Miles ise filmin son bölümünde yer alan depresyon sahnelerinde gerçeklikten kopan kadın rolündeki “başını yana ve öne eğme, ve donuk bakma” gösterileri hariç tutulursa üzerine düşeni yerine getirmeyi başarıyor.

Usta bir sanatçı mı yoksa usta bir zanaatkâr mı olduğu gibi bugün artık geride bırakılmış tartışmaların da odağı olan Hitchcock filmde özellikle teknik ustalığını sık sık konuşturuyor ve yine sinema tarihinde iz bırakan plan ve sahneler getiriyor bize; sigorta şirketinin veznesindeki yakın plan yüz çekimleri, kahramanımızın ilk sorgusunda içine düştüğü durumu yavaş yavaş anlamaya başladığı andaki öfke ve acizliğini vurgulayan yukarıdan çekilmiş sahne, karakoldan çıkarken tökezlemesi gibi incelikli bir buluş, ve bugün belki biraz naif görünebilecek olan hücresindeki gittikçe hızlanarak dönen kamera ve bu sahnede müziğin kullanımı. Pek çok filminde birlikte çalıştığı besteci Bernard Herrmann bu filmde de görev alıyor ve bugün için belki kullanımı biraz fazla öne çıkmış olarak görülebilecek film müziği ile psikolojik atmosfere katkı sağlıyor.

Haksız bir suçlama altındaki masum bir insanın sadece kendisinin değil etrafındakilerin de hayatının nasıl dağılabileceğini gösteren film, diğer Hitchcock filmlerinde pek görülmeyen dini motiflerin de (elbette teması dinsel bir motif olan “I Confess” hariç olmak üzere) yer aldığı bir örnek yönetmenin filmografisinde. Ucunda İsa heykeli olan tespih, İsa’nın resmini fark ederek dua etmeye başlayan kahramanın bu sahneden itibaren bir “mucize” ile karşılacağını vurgulayan üst üste bindirilmiş masum adam ve gerçek suçlu yüzleri görüntüsü –ki Hitchcock’un bu sahnede gösterdiği ustalığın altını çizmek gerek- adamın masumiyetini bir şekilde İsa’nın masumiyeti ile örtüştürüyor.

Hayal kırıklığı ve acizlik içine düşmenin dayanılmaz yükünü başarılı bir biçimde hissettiren ve siyah-beyaz görüntüleri anlattığı psikolojik gerilim hikâyesini destekleyecek şekilde ustalıkla kullanan film klasik bir Hitchcock ustalığı ile onun favorilerinden biri olan ve “Frenzy”, “North By Northwest”, “The 39 Steps” ve Vertigo” gibi filmlerinde de tekrarladığı “suçlanan masum adam” teması ile görülmesi mutlak gerekli olan bir sinema eseri.

(“Lekeli Adam”)

(Visited 263 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir