Umutsuzlar – Yılmaz Güney (1971)

“Seni çok seviyorum Çiğdem. Silahımı da çok seviyorum. Beni ikinizden birini seçmeye mecbur bırakma”

Bir mafya lideri ile bir balerinin engellere takılan aşk hikâyesi.

Yılmaz Güney’den düzenin koşullarına takılan bir büyük aşkın hikâyesi. Türk sinemasının pek çok hastalığının izlerini taşısa da, Yılmaz Güney’in dokunuşunu hissettirdiği, farklılıkları ile ilgi çekebilecek ve sinemamızın tarihinde kendisine yer edinebilmiş bir film.

Güney ve Akın‘ın film boyunca süren bakışmaları ve sessizlikleri büyük ve hüzünlü aşkları anlatmaya soyunan pek çok Türk filminde tekrarlanandan çok farklı görünmüyor ama örneğin düğün sahnesinde bu bakışmalar, sessizlik anları ve kulağa fısıldanan birkaç söz zaman zaman aksasa da yüreğe dokunmayı başarıyor. Güney’in sessiz öfkesi ile Akın’ın sessiz hüznü iki sanatçının ustalıklı oyunu ile de bütünleşince ortaya çıkan da seyredilmeyi kesinlikle hak eden bir film oluyor. Bu iki usta oyuncunun yanındaki hemen tüm isimler ise çoğunlukla vasata bile erişemeyen performans seviyeleri ile seyrettiğimizin bir Türk filmi olduğunu bize hatırlatmaktan geri kalmıyor maalesef.

Yalçın Tura’nın sıcak ve başarılı ama dozu kaçmış kullanımı ile dikkat çeken müziğinin yanında Yılmaz Güney’in kendi yazdığı senaryosu “Sen gideli 467 gün oldu Çiğdem. Her güne bir kurşun” veya “Ben onun hayatında devamlı kanayan kırmızı bir gülmüşüm” gibi sözleri ile Safa Önal veya Bülent Oran ile sembolleştirilebilecek Türk sineması senaristlerinden epey etkilenmişe benziyor açıkçası. Senaryoya Güney sosyal dokunuşlar katmayı da ihmal etmemiş kendi hayat görüşü doğrultusunda. Filiz Akın’ın burjuva ailesine oldukça yüzeysel göndermeler ile yapılan eleştiriler bir örneği olarak gösterilebilir bunun. Burada çok da başarılı değil Güney ve örneğin kadının balerinliğinden yakın bir kız arkadaşının burjuva ile kolayca özdeşleştirilebilecek bir spor olan tenis ile ilgilenmesine veya oldukça düşük bir sinemasal yaklaşım ile araya sokuşturulmuş görünen hizmetçinin “torunum düşüp ayağını kırmış” yakınmasına ya da klasik Türk sinemasının olmazsa olmazlarından zengin ailelerin mutlaka kumar oynaması gibi eğretilikler senaryonun kimi aksamalarına örnek olarak gösterilebilir. Yılmaz Güney’in tam bir “Baba” rolünde adalet ve yardım talebi için önüne gelenleri yargıladığı, hüküm verdiği ve adalet dağıttığı sahne bir yıl sonra çekilecek “Godfather” filminde Marlon Brando’nun sahnesini hayli hatırlatıyor ama “Umutsuzlar” filminin bir yıl önce çekildiğini düşünürsek bu sahnenin Puzo’nun romanından esinlenmiş olması yüksek bir ihtimal olarak görünüyor.

Güney’in zaman zaman görüntüyü deforme etmekten çekinmemesi, başta bahsettiğim düğün sahnesinin bir benzeri Orhan Aksoy’un “Dilâ Hanım” filminde Şoray ile İnanır arasında geçen karşılıklı oynama sahnesinde yaratılan atmosferi yakalamış olması ve pek çok sahnede konuşulanları sessizlik veya müzik ile örterek aktarma gereği duymaması sanatçının duyarlı ve farklı bir sinema dilinin peşinde olduğunun şık göstergeleri olarak dikkat çekiyor. Güney doğrudan politik olmuyor bu kez ama mafya liderinin içinden çıkmaya çalıştığı duruma yoksulluğu nedeni ile düşmüş olması, yüzeysel kalsa da burjuvazi eleştirisi ve Ahmet Arif’e selam gönderen “hapishanede prangaların eskitilmesi” gibi sözleri ile film bir sosyal ve politik duyarlılığı hissettiriyor yine de.

Bir imkânsız ve büyük aşkın farklı olmaya çalışan ama sinemasal karşılığını tam bulamayan hikâyesi kahramanımızın başına silah doğrultan üç kişiyi alt etmesi gibi kronik hastalıklardan sıyrılamamış olsa da seyri hak ediyor. Filiz Akın’ın kariyerinin en iyi rollerinden birini verdiği film sadece Güney ve Akın arasındaki kimi ikili sahneler ve zaman zaman hayli yürek burkan hüzünlü anları için bile görülebilir.

(Visited 944 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir