Wilde Maus – Josef Hader (2017)

“Neden yabancı bir araçtasın ve neden çıplak bir şekilde oturuyorsun?”

25 yıldır klasik müzik eleştirmeni olarak çalıştığı gazeteden kovulan bir adamın bu durumu karısından gizleyerek yeni bir hayat kurmaya ve kendisini kovan editöründen intikam almaya çalışmasının hikâyesi.

Avusturyalı oyuncu Josef Hader’in ilk yönetmenlik çalışması. Hader, senaryosunu da yazdığı bu komedide başrolü de oynamış ve filmi tam anlamı ile kendisine ait kılmış bir bakıma. Bu modern havalı ve küçük komedi anları ile dikkat çeken film, karamsarlıkla iyimserliği birlikte götüren ve belki yeterince güçlü ve sürekli olmasa da seyircisinin ilgisini çekmeyi başaran bir çalışma.

Film, eleştirmenin “ukalalığını” ve entelektüelliğini gösteren bir sahne ile başlıyor. Anton Brückner’in “Beşinci Senfoni”sinden esinlenerek bestelenen White Stripes şarkısı “Seven Nation Army”nin futbol taraftarlarının stadyumlarda söylediği bir marşa dönüşmesi üzerine, aynı gazetede çalıştığı bir meslektaşı ile yaptığı sohbette kahramanımız pop müziği aşağılarken kendinden hayli emin ve kibirli denecek bir tavırla konuşuyor. Hemen ardından gelen sahnede ise tasarruf tedbirleri ve -eski eleman olmasından dolayı- maaşının yüksekliği nedeni ile işten çıkarılıyor. “Okuyucularım protesto edeceklerdir beni atmanızı” diye tepki verdiğinde ise şu cevabı alıyor: “Senin okuyucularının çoğu ölmüştür.” Peş peşe gelen bu iki sahnede adam birden bire zirveden çukura düşüyor ve filmin zaman zaman ama nedense yeterince başvurmadığı küçük sürprizlerden ilkini sunuyor bize. Hader’in, gerçeğin gösterilenden başka bir şey veya ima edilenin tam tersi olduğu yöntemi ile yarattığı küçük komedi anları filme kesinlikle bir keyif unsuru katmış ki bunların sayısının neden kısıtlı tutulduğunu anlamak zor. Hatta bu kısıtlı tutma durumu, filmde birbirinden bağımsız düşünülmüş sahneler bir araya getirilmiş havasının doğmasına neden oluyor zaman zaman.

Kahramanımızın mesleği ve uzmanlığı nedeni ile Schubert, Vivaldi, Mozart ve Handel gibi klasik müzik bestecilerinin eserlerini sıkça duyduğumuz filmde adamın hayatındaki radikal değişikliğe ve işsizliğe uyum sağlamaya çalışmasını ve tam da bu nedenle ilişkilerinin bozulmaya başlamasını izliyoruz temel olarak. Kocasından daha genç olan kadının terapist olarak hizmet verdiği bir eşcinsel erkekle olan diyaloglarının da renk kattığı filmde, adamın editöründen intikam almak için yaptıkları (arabasına zarar vermek, havuzuna koca bir ölü balık koymak vs.), okul arkadaşı çıkan bir adamla bir lunaparkı devralarak işletmeye başlamaları (filmin adı bu lunaparktan geliyor) veya ortağı olan bu adamın tek kelime Almanca bilmeyen Romanyalı bir kadınla “konuşmuyor olmanın rahatlattığı” ilişkisi gibi ögeler üzerinden hep kendisini hissettiren ama altı asla ve özelikle çizilmeyen bir mizah yer alıyor. Kimi seyirciler için bu mizah yeterince güçlü görünmeyebilir ama Hader’in amacına hayli uygun bir sonuç bu: Sıradan insanların başa çıkamadıkları ve hazırlıksız yakalandıkları bir durumla karşılaşınca yaşadıklarını, bildiklerini düşündükleri gerçeklerin aslında hiç de öyle olmamasını ve -kahramanımız üzerinden yola çıkarsak- kendi dertlerimize daldığımızda en yakınımızdakileri unutabildiğimizi anlatmak ve bunu yaparken de yaşamı -hafif boyutta tutulmuş- acı ve tatlı yönleri ile birlikte göstermek onun derdi. Alçak gönüllü bir hikâyeyi ona uygun bir mizansen ve ona uygun oyunculuklarla anlatmayı tercih etmiş Hader ve bu tercih açısından değerlendirince de ortaya keyifli ve görülmeyi hak eden bir sonuç çıkarmayı başarmış.

Hader’in mizahı zaman zaman acı acı değilse bile, karamsar bir şekilde güldürüyor insanı ve yine alçak gönüllü bir şekilde, anlattığının/gösterdiğinin ötesini de işaret ediyor. Pek çok farklı sahnede açık olan radyo ve televizyondan haklarındaki haberler kulağımıza takılan mülteciler, kaçak göçmenler, teröristler veya IŞİD ifadeleri ve Romanyalı genç kadın karakteri hayli dolaylı yoldan olsa da Avrupa’ya bir bakışı da taşıdığını gösteriyor hikâyenin. Ne var ki bunları da yeterince ileriye taşımıyor hikâye ve silik bir arka plan olarak kalıyor çoğunlukla bu unsurlar. Hastasının gerçek duygularını ve karakterini defalarca yaptığı terapilerde değil, onunla arkadaş olunca öğrenen psikolog; sert bir eleştiri sonucu müzik kariyeri sona eren Japon müzisyenin tepkisi; sonuca erdirilemeyen intihar girişiminin kara mizahı (keşke mizahın bu türüne daha çok yer verseymiş Hader’in senaryosu) ve bu sahnenin bir Wes Anderson filmini hatırlatan havası gibi ilgi toplayabilecek yanları olan filmde kahramanımızın bir tehdit işinde kendisine yardımcı olacak bir adam bulmak için bir Türk kahvesine gitmesi de (o klasik kırmızı-beyaz çay tabağı nerede olduğumuzu net bir şekilde söylüyor bize!) bizim açımızdan ilgi çekici olabilir kuşkusuz (bu sahnede Viyana doğumlu Türk oyuncu Murathan Muslu da yer alıyor). Orta yaş krizindeki bir erkeğin hikâyesi çok orijinal değil şüphesiz ve yukarıda belirtilen kimi eksiklikleri de var filmin ama Xiasou Han ve Andreas Thalhammer’in şık görüntülerinin de katkısı ile, bu bazı yan hikâyelerini havada bırakan film hafif eğlencesi ile görülmeyi hak eden bir çalışma.

(“Wild Mouse” – “Vahşi Fare”)

(Visited 187 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir