A Delicate Balance – Tony Richardson (1973)

“Böylesine sessiz, hüzünlü, mide bulandıran bir aşk…”

Zengin bir yaşlı çiftin kendileri ile yaşayan kadının bekâr kız kardeşi, boşanma ile biten dördüncü evliliğinden sonra eve dönen kızları ve kendi evlerinde yaşadıkları tuhaf bir olaydan sonra çiftin evine yerleşmeye karar veren ve arkadaşları olan bir çift ile yaşadıklarının hikâyesi.

Yapımcı Ely Landau 1973-1975 yılları arasında ünlü Amerikan oyunlarının sinema uyarlamalarını yapmayı hedeflemiş ve bu kapsamda 14 ayrı oyun ve müzikali sinema perdesine taşımıştı. Serinin ilk filmi olan “A Delicate Balance” dev kelimesini hak edecek bir kadro ve ünlü İngiliz yönetmen Tony Richardson tarafından aktarılmış sinemaya. Tiyatro oyununa oldukça sadık olan senaryo oyunun yazarı Edward Albee’ye ait. Richardson aradaki ufak “müdahaleleri” dışında daha çok filme alınan bir oyun getirmiş karşımıza. Bu anlamda filme sinemasal bir tattan çok güçlü bir oyunun güçlü oyuncular tarafından oynanmasından kaynaklanan keyif için yaklaşmak gerekiyor. Çok konuşmalı ve diyalogların da sıradan günlük hayatın izlerinden çok, birbirinden ilginç karakterlerin “entelektüel” birikimlerinin izlerini taşıdığı film hareket ve eğlence peşinde olanlar için değil kesinlikle. Ne var ki özellikle karakterleri tanıdıktan ve onları anladıktan sonra kimileri için sıkı bir keyif sağlayacağı da açık bu filmin.

Paul Scofield, Katharine Hepburn, Lee Remick, Kate Reid, Joseph Cotten ve Betsy Blair… Bu muhteşem kadro ne yapsa seyredilir diye başlamak gerek öncelikle. Bugün hiçbiri hayatta olmayan bu oyuncular çoğunlukla tek çekimle oluşturulan planlarla hayli zor bir oyunculuk tecrübesinin altından çarpıcı bir başarı ile kalkıyorlar. Adeta bir oda tiyatrosunda en ön sırada oturmuş ve müthiş bir oyundaki oyunculuk gösterisine tanık oluyor gibi hissediyorsunuz kendinizi. Özellikle de Scofield, Hepburn ve Reid senaryonun da kendilerine sağladığı avantajı kullanarak seyredeni avuçlarının içinde tutuyorlar hikâye boyunca. Uzun ve kimi zamanlarda -özellikle karakterlerin birbirlerine alaycı olarak yaklaştıkları anlarda- kompleks bir hal alan diyalogları 130 dakikayı aşan bir filmde başka hangi oyuncular seyirciye bu denli çekici kılabilirdi bilmiyorum ama oyuncular ve performansları filmin en büyük artısı kesinlikle.

Ve elbette Albee’nin oyunu/senaryosu. Evin tek bir odasında, oturma odasında geçen oyun filmde seyiciye arada nefes aldırmak için olsa gerek zaman zaman farklı odalara taşınsa da temel olarak tüm hikâye tek bir odada geçiyor. Bu odada oyunun/filmin farklı temaları karakterlerin diyalogları ve duyguları üzerinden seyirciye de geçiyor kesinlikle ki bu aktarımda yukarıda sözünü ettiğim gibi en büyük pay oyuncuların. Örneğin temalardan biri olan “kayıp” farklı alanlarda karşımıza gelirken bunların ikisinin ana oyuncusu olan Hepburn küçük yaşta ölen oğlunun kaybını nerede ise diyaloglarına bile yansıtmadan sadece gözleri ile öyle bir anlatıyor ki seyirciye… Evet, kayıp hikâyenin temalarından biri. Ölen çocuğun doldurul(a)mayan boşluğundan, Hepburn’ün yaşlandıkça aklını kaybetme endişesine ve onlarla yaşayan kız kardeşten sonra eve dönen kızlarının ve emrivaki ile eve yerleşen arkadaşların neden olduğu bir kayıp daha var: mahremiyetin kaybı. Kaybın yanında karakterlerin diyaloglarına sıklıkla yansıyan “korku” var bir de. Her bir karakterin kendi korkuları var ve bu korkularını nerede ise tek başlarına yaşıyorlar hikâye boyunca. Eve yerleşen diğer çiftin kendi evlerinde yaşadıkları “gizemli” korkudan (bu korkuyu anlattıkları sahne filmin de en etkileyici anlarından biri kesinlikle) yaşlanmaya, büyümeye veya bir yandan çokça arzu edilip öte yandan kaçılan aşka kadar pek çok korku karşımıza gelip duruyor hikâyede.

Tony Richardson birkaç kez başvurduğu zum hareketi ve bir sahnede kullandığı yukarıdan çekim dışında yumuşak bir kurgu ile bir araya getirdiği sahneleri ile daha çok hikâyeyi sadece takip eden bir konum üstlenmiş gibi. Böyle olunca da oyunun gücüne ve oyuncularına kendini kaptıramayan bir seyircinin filmden alacağı tat hayli düşük olabilir açıkçası. Yine Albee’nin bir oyunundan sinemaya aktarılan “Who’s Afraid of Virginia Woolf? – Kim Korkar Hain Kurttan?” ile kıyaslandığında filmin sinemasal açıdan geride kaldığı açık ama başta yapımcı Landau olmak üzere filmin yaratıcılarının hedefi bu değilmiş zaten. Burada hedeflenen Amerikan tiyatrosunun kimi klasik eserlerini gelecek nesillere güçlü oyuncular, sağlam bir kadro ve küçük sinemasal dokunuşlarla aktarmak olmuş çünkü. Bir evde kurulmaya ve ayakta tutulmaya çalışılan “hassas bir dengenin” geleceği ve bu dengeyi daha da tehlikeye sokan eve yerleşen çiftle ne yapılacağı konusunu anlatan bu hikâye özellikle ilk yarım saatinden sonra daha fazla -ve sinemasal olmayan- bir tat veren ve en önemlisi oyuncularının sağladığı keyif için izlenmesi gereken bir çalışma. Müzik ve kurgu gibi sinemanın kimi temel araçlarına başvurmayan bir filmle karşı karşıya olduğunuzu da unutmadan.

(Visited 104 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir