Anastasia – Anatole Litvak (1956)

“Bir oyuncu kendini oynadığı karakter sanıyorsa ondan derhal kurtulun”

1917 devriminden sonra öldürülen Çar ailesinin katliamdan kurtulan en küçük kızı Anastasia olduğunu iddia eden bir kadının hikâyesi.

Bir tiyatro oyunundan uyarlanan film klasik Amerikan sineması tadında beyaz perdeye aktarılan, hemen tamamen iç mekanlarda geçen ve tiyatronun bol konuşmalı atmosferinden uzaklaşmasa da gerek konusu ve bu konuyu anlatım biçimi gerekse oyuncuları ama özellikle Ingrid Bergman’ın performansı ile sürükleyici olmayı başarmış bir çalışma.

Sinema tarihinin en büyük oyuncularından biri olan Bergman canlandırdığı karakterde rol yapan, yaptığı rolden yorulan ve kafası karışan, kim olduğunu kendisi de unutan ve gidip geldiği zıt noktalardan bitkin düşen kadını olağanüstü bir şekilde getiriyor karşımıza. Onu seyrederken sanki bir tiyatro sahnesinde ve sizin karşınızda o anda o karakteri canlı olarak sunuyor size gibi hissetmeniz mümkün. Yürüyüşü, mimikleri, içinden geçtiği karmaşanın yükünü tam bir ustalıkla aktaran vücut dili ile neden büyük bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösteriyor. Yul Brynner elverişli fiziğinin de yardımı ile iş adamlığı ile aşk arasında sıkışan Rus general, Helen Hayes ise hayal kırıklıklarından yılmış ama içinde hala bir inanma umudu taşıyan imparotoriçe rollerinde keyifli ve etkileyici bir performans veriyorlar. Diğer yan rollerdeki oyuncular da filme hiç aksamadan katkı sağlamışlar. Klasik Amerikan sinemasının “büyüklüğünün” biraz da ve bazı filmlerde tamamı ile o büyük oyuncularından kaynaklandığının bir diğer kanıtı bu filmdeki oyunculuklar.

Klasik anlatımın dışına nadiren çıkan film bir sahnesinde iki farklı odadan birbirleri ile konuşan karakterlerini değil bu iki odanın arasındaki boş salonu göstererek ana akım anlatım yöntemine bir farklılık getiriyor ve konuşmanın hemen ardından Yul Brynner’in salona dönmesi ile onun başlamakta olan değişiminin ipucunu da oldukça etkileyici şekilde iletiyor seyredene. Atmosferi destekleyen başarılı müzik günümüz sinemasına alışkın olanlar için belki fazla ön planda görünebilir ama o dönem sineması için gayet normal bir durum bu.

Büyük imparatoriçe ile Anastasia’nın ilk karşılaşma sahnesi gibi oldukça etkileyici anları var filmin. Bu sahnesinde Bergman ve Hayes müthiş oyunculukları ile kim olduğunu artık kendi de bilmeyen bir kadını ve artık taşımadığını zannettiği umudunu tekrar hissetmenin mutluluğunu ve tedirginliğini yaşayan bir kadını tüyleri diken diken edecek bir performans ile aktarıyorlar karşılıklı olarak. Benzer şekilde Anastasia’nın tüm “eğitim” bölümleri ve finaldeki büyük tanışma anının öncesi gibi sahneler de ustalıkla kotarılmış.

Paris’te yaşayan Beyaz Rusların Rus aksanı ile konuşması güzel bir fikir ama kendi aralarında Rusça değil ve hatta Fransızca bile değil ama İngilizce konuşmaları gibi Hollywood alışkanlıklarını ve zaman zaman fazla konuşulan bir film olmasını bir yana bırakarak ve sadece “fakir olmak ve böylece sevilince gerçekten sevildiğini bilebilmek” tercihi ile karşı karşıya kalan Ingrid Bergman’ın müthiş oyunculuğu için bile seyre değer.

(“Çarın Kızı”)

(Visited 353 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir