Blue Jasmine – Woody Allen (2013)

“Sıfırı tükettim. Brooklyn’deki evin kirasını ödeyemedim. İnanabiliyor musun, evimden ayrılıp Brooklyn’de bir yer tutmak zorunda kaldım. Tamamen iflas ettim. Hükümet gerçekten her şeyimi aldı elimden. Ve elbette avukatlar da. Yalnız kalamıyorum, Ginger. Yalnız kaldığımda aklıma kötü düşünceler geliyor”

Sahip olduğu her şeyi yitien yüksek sosyeteden New Yorklu bir kadının San Fransisco’daki kız kardeşinin yanına gelerek yeni bir hayat kurmaya çalışmasının hikâyesi.

1966 yılında “What’s Up, Tiger Lilly? filmi ile yönetmenlik kariyerini başlatan ve 1971’den sonra da hemen hiç atlamadan her yıl bir film hızı ile film çekmeye devam eden Woody Allen’ın 2013 tarihli filmi. Tennessee Williams’ın “A Streetcar named Desire – Arzu Tramvayı” oyunundan esinlenen senaryo da Allen’ın imzasını taşıyor. Paris, Roma ve Barcelona’yı kapsayan şehirler turundan sonra Allen bu kez hikâyesini San Fransisco’da anlatıyor ama baş karakterinden dolayı aslında New York da hatta belki ondan daha fazla olmak üzere öne çıkıyor bu hikâyede. Allen’ın son dönemindeki en iyi filmlerinden biri olan çalışma aslında sadece Cate Blanchett’ın oyunu için bile mutlaka görülmesi gerekli bir eser. Bunun dışında -kimi ufak kusurlarına- rağmen yağ gibi akan bir senaryo, güzel diyaloglar ve Allen’ın sanatsal numaralara girişmeden hikâyesine ve karakterlerine odaklanan anlatımı ile önemli bir film bu.

Bu film üzerine bir şeyler söyleyip de Cate Blanchett ile başlamamak olmaz herhalde. Her öğesi ile ona odaklanan ve onun da bu yükün altından çarpıcı bir başarı ve mükemmel bir oyunla kalktığı bir film bu. Buradaki rolü ile aralarında Oscar’ın da olduğu onlarca ödül alan Blanchett o derece büyük bir egemenlik kurmuş ki filmde, Oscar dahil pek çok ödüle aday olmuş veya kazanmış, kız kardeşi rolündeki Sally Hawkins başta olmak üzere her biri başarılı performanslar veren tüm diğer oyuncuları gölgede bırakmış. Karakterinin sinir krizlerini, şımarıklığını, savurganlığını, korkularını, tutkularını, zarafetini ve çöküşünü inanılmaz bir oyunculukla getiriyor karşımıza. Göründüğü her an ki nerede ise yüzü hiç eksilmiyor görüntüden gözlerinizi üzerinden alamıyorsunuz. Muhteşem bir zengin hayattan kocasının yasadışı işleri nedeni ile tüm servetlerine el koyulması sonucu eskisinin tam tersi bir dünyaya “düşen” kadını tüm boyutları ile o denli ustalıkla oyunuyor ki Blanchett, karakterinden ne tam anlamı ile nefret etmenize ne de tam anlamı sevmenize rağmen (bir başka deyişle kolay bir özdeşleşmeyi engelleyecek tüm unsurlara rağmen) her anında ilginç kılmayı başarabiliyor onu. Onun bu müthiş performansını senaryo da çok iyi destekleyince, Blanchett tek başına filmi alıp götürüyor kesinlikle.

Allen filmini iki paralel zamanda anlatıyor: Bugün (kahramanımızın “düşmüş” haline ve umutsuzca yeniden eski günlerine dönme çabasına tanık olduğumuz anlar) ve tam bir jet sosyete hayatı yaşadığı görkemli günler. Hikâye bu ikisi arasında gidip gelirken, iki farklı zaman dilimindeki sahneleri çağrışımlar yolu ile birbirine bağlıyor bir şekilde ve -her zaman olmasa da- ustalıkla ilişkilendiriyor birbiri ile. Daha küçüklüğünde bir “bayan mükemmel” olan, narsist, bencil ve zarif bir kadının o eski dünyasını tekrar kurabilme çabasını Woody Allen’ın senaryosu ustalıkla ve ilgiyi hemen hiç yitirmeyecek şekilde anlatıyor bize. Jeanette iken Jasmine olan ama birden kendini tekrar Jeanette olarak bulan kadının dramını hafif bir kara mizah da katarak karşımıza getiren Allen’ın senaryosu tüm takdirleri hak ediyor. Keşke, çocuğunun izini bulduğu sahnenin kolaycılığına veya çocuğu ile görüştüğünde oğlunun ağzından duyduklarımızdaki kimi klişe laflara başvurmasaymış Allen ama bu kusurlar (ve bir de kimi yan hikâyelerin filme aslında pek de bir şey katmamış olması) bir yana bırakılırsa, hikâye ustalıkla yazılmış gerçekten. “Blue Moon” şarkısı kadının diyalogları ve anılarında sık sık karşımıza çıkarken, Allen’ın favorisi olan türdeki caz şarkıları da filimin atmosferine çok yakışmaları ile epey zenginleştiriyorlar filmi.

Woody Allen kimi sahnelerdeki yalın ama yoğun anlatımı ile de övgüyü hak ediyor. Örneğin kız kardeşinin onun aldatıldığına tanık olduğu sahne mizanseni, kamera açıları, sadeliği ve kurgusu ile dört dörtlük. Benzer şekilde diş doktorunun taciz sahnesi de Blanchett’ın kusursuz performansı ile ayrıca değer kazanan çarpıcı anları sergiliyor seyirciye. Allen’ın küçük hikâyeler anlatma ustalığının ve hikâyenin sinemadaki önemimin başarılı bir örneği bu ve yönetmen Allen ile senarist Allen bu başarılı örnekte keyifli bir işbirliğine imza atmışlar, hikâye ile yönetmenliği birbiri için çok uygun bir çift yaparak.

Cate Blanchett karakterini yaratırken son dönemlerdeki finansal krizlerin ve skandalların kahramanı olan erkeklerin yanındaki kadınlardan ve özellikle 2008 yılında yaşanan Madoff skandalından esinlendiğini söylüyor. Allen’ın filmi hem kapitalizmin doğasında yer alan finansal krizlere ve skandallara, hem iki farklı sınıfa (finans sınıfı ile kız kardeşi ve etrafındakilerin örneği olduğu işçi sınıfı) ve hem de tüketim toplumu, lüks, savurganlık gibi unsurlara kadar pek çok konuya ustaca dokunarak seyircisine bu alanlarda da düşünme fırsatı sağlıyor. Başta Blanchett ve Sally Hawkins olmak üzere tüm oyuncularının olağanüstü uyumu ile ayrıca değerlenen bu film formunda bir Woody Allen’ın nasıl keyif verebileceğini bir kez daha hatırlatıyor bize.

(“Mavi Yasemin”)

(Visited 77 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir