Eraser – Chuck Russell (1996)

“Kim, o mu? Kendisinin bu işteki en iyi adam olduğunu düşünüyor ve sanırım haklı. Onu kızdırmazsan iyi olur”

Çalıştığı özel bir şirketin ABD ordusu için geliştirdiği yüksek teknolojili bir silahı yabancılara sattığını ihbar eden bir kadın tanığı korumakla görevli bir polisin hikâyesi.

Tony Puryear, Michael S. Chernuchin ve Walon Green’in orijinal hikâyesinden yola çıkan senaryosunu Puryear, Green ve jenerikte adı geçmeyen John Milius, Frank Darabont ve William Wisher Jr.’ın yazdığı, Chuck Russell’ın yönettiği bir aksiyon. Başrolünde Arnold Schwarzenegger’in yer aldığı ve ona Vanessa Williams, James Caan ve James Coburn gibi tanınmış isimlerin eşlik ettiği film, gerçekçiliği pek umursamayan hikâyesi, bolca ve kimi zaman sert sahnelere yer veren aksiyonu, hızlı temposu, güçlü efektleri (Ses Kurgusu dalında Oscar’a adaylığı var film) ve alçak gönüllü mizahı ile aksiyonseverlerin hoşlanacağı ama bir sinema değerine sahip olmayan bir çalışma. Hollywood’un sağcı isimlerinden olan ve ABD’deki “silahlanma hakkı”nı savunan NRA’nın bir dönem başkanlığını da yapan Milius’un elinin değdiği her film gibi elbette vatanseverlik ve ABD düşmanları mesajlarının da eksik olmadığı film, sıkı bir aksiyon meraklısı olmayanların uzak duracağı (ve galiba durması da gereken) bir eser.

Film kahramanımızı ve yaptığı işi iyi anlatan bir sahne ile başlıyor: Parmak izi, pasaport veya başka kimlikler, yakılan bir doğum belgesi, silah, deri kıyafet, bol kaslı bir vücut ve parmak izi bırakmaması için ele geçirilen türden beyaz bir eldiven görüntülerinden sonra sert bir sahneye geçiyoruz. Bir evi basan silahlı adamlar evdeki adamı ve kadını ölesiye dövüyorlar ve tam o sırada -az önce giyinir ve silahını kuşanırken gördüğümüz- kahramanımız olaya müdahale ederek kötü adamları bir çırpıda tek başına ortadan kaldırırken, kurtardığı adam ve kadının da kimliklerini “silerek” onlara yeni bir hayatın kapısını açıyor. Kahramanımız tanık koruma programında görevli olan ve elbette üstün yeteneklere sahip bir polis ve görevi tanıkları mahkemeye kadar korumak ve sonra da yeni bir kimlikle yeni bir hayata başlamalarını sağlamak. Bu kez karşısında dişli bir rakip var: ABD ordusu için yeni teknolojiler ile donatılan çok etkili bir silah üzerinde çalışan özel bir savunma sanayii şirketi (insanları öldürme araçlarını üreten bir şirketin savunma sanayii ifadesini kullanmasının trajikomikliği!) bu silahları daha fazla para veren yabancılara satmayı planlıyor ve bunu öğrenen ve FBI’a ihbar eden bir kadın çalışanlarını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Şirketin üst yönetimi sadece FBI çalışanlarını değil, Savunma Sanayii Müsteşarı’nı da ortak etmiş bu “vatan hainliği”ne. Dolayısı ile kahramanımız çok güçlü bir düşmanla tek başına –aslında eskiden tanık koruma programı sayesinde hayatlarını kurtardığı bazı eski suçlulardan sıkı bir yardım alarak- mücadele etmek zorunda. Silahları satın alacak yabancıların Rus olması ve ödemeler için de Suriye’deki bir bankanın kullanılmasının manidarlığını -günümüzde Suriye’de yaşananları da dikkate alarak- not edelim bir kenara.

Chuck Russell’ın filmi üstteki hikâyeyi anlatırken bir aksiyondan ne bekleniyorsa hepsini sunuyor seyirciye ve türün meraklılarını da tatmin ediyordur herhalde. Eğer bu meraklılar arasına girmiyorsanız, sıkılmanız ve savunduğu değerlerden ve gerçekçilik problemlerinden rahatsız olmanız çok olası. “Burası Kızılhaç değil. Silah imal ediyoruz… insanları öldürmek için. Devlet bedelini ödemezse, ödeyecek birilerini bulmak benim görevim” diyor şirketin yöneticisi ama bu cümleyi özel şirketlerin bu işte olmasının doğal sonucu olan “çok veren malı alır” gerçeğine bir eleştiri olarak getirmiyor film; getirseydi bu bir kapitalist düzen eleştirisi olurdu çünkü. Özel güvenlik şirketlerinin, örneğin Irak işgali ve sonrasında işlediği insanlık suçlarını ve bu suçları işlerken ABD hükümetinin koruması altında olduklarını düşünürseniz, filmin elbette böyle bir derdi olmayacak. FBI içine ve hatta hükümete de sızmış olabilir vatan hainleri ama sonuçta sistem, güvenlik ve adalet mekanizmaları aracılığı ile tekrar kuracaktır düzeni ve eğer bu yeniden kurma işinde bir sıkıntı olursa, bu hikâyede olduğu gibi bir “süper kahraman” tekrar tesis edecektir “barış ve huzur”u. Bu kahramanımız adaleti kendi yöntemi ile tekrar tesis ederken, yaptığının aslında “terörist bir devleti başka teröristlere karşı korumak”tan başka bir şey olmadığını düşünmeyecektir elbette.

Hikâyenin gerçekçilikle ilgili hiçbir derdi yok bekleneceği gibi ve hatta bekleneceğinden de fazlası ile. Sadece bir şirket çalışanı olan bir kadının zaman baskısı ve büyük bir tehlike altındayken şirket kayıtlarının tek kopyası ile yetinmeyip ikinci bir kopyayı almak için zaman ayırmasından bir motoru yanmakta olan ve havadaki bir uçağın kapısından asılmaya, uçaktan düşmekte olan bir paraşütü boşluğa atlayarak yakalamaya ve o sırada üzerine gelen uçakla mücadele etmeye kadar uzanan saçmalıkları var filmin. Örneğin bu sonuncusunu bir Bond filminde de görebilirsiniz ama orada en azından bunu bir mizah havası da katarak ve anlattığı ile bir şekilde dalga da geçerek yapar Bond filmleri; burada ise fazlası ile ciddiye almamız bekleniyor bu fantastik görüntüleri. Hikâye boyunca iki kez Arnold Schwarzenegger’e (bir kez eline bir kez de bacağına) ve bir kez de James Caan’a (koluna) çivi, bıçak, metal bir parça vs. saplanması ve bunların çıkarılması sırasındaki kanlı görüntüleri ise herhalde senarist(ler)in fetişizmi ile açıklamak gerekiyor. Bu şekilde ciddi olarak sakatlanan kahramanımızın hemen arkasından o sakat kolu ile yaptıklarını ise elbette bir devamlılık sorunundan çok, filmin buraki gerçek-ötesi durumu umursamamasının sonucu olarak görmek gerekiyor.

Sayısız ceset, patlamalar, parçalanan arabalar vs. arasında geçen bu hikâyede iyi bir oyunculuk beklentisi olan var mıdır bilmiyorum ama bu konuda da çok parlak bir resim çizmiyor film. Schwarzenegger ve Vanessa Williams en iyi ifade ile vasatı tuttururlarken, ilk kez bu tür bir filmde yer alan ve bunu da “hikâye iyiydi” ile açıklayan James Caan ironi yapmış olsa gerek ki film boyunca performansını hiç umursamamış (belki ciddiye almamış ve eğlenmiş daha doğru bir ifade olabilir) görünüyor. Hikâyede romantizm bekleyenlerin hayal kırıklığına uğrayacak olmasının nedeni ise çekimleri gerçekleştirilen romantik finalin deneme gösterimlerinde seyirciden olumsuz tepki alması. Çoğunlukla el kamerası ile çekilerek dinamik havasını koruyan ve hayvanat bahçesinde geçen timsahlı sahnede olduğu gibi sert ama komik bölümlerin ve Schwarzenegger’in öldürdüğü bir timsaha söylediği “Artık bir valizsin” veya hikâye boyunca birkaç kez kulağımıza çalınan “ Silindin” gibi akılda kalan eğlenceli ifadelerin yer aldığı bu çalışma öncelikle ve aslında sadece aksiyonseverler için.

(“Silici”)

(Visited 64 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir