Le Corbeau – Henri-Georges Clouzot (1943)

“Germain bir şarlatan. Germain bir hırsız. Germain bir yalancı. Germain bir kürtajcı. İmza: Le Corbeau”

Önce kasabanın doktorunu, daha sonra diğer kasabalıları çeşitli suçlarla ve ahlâksızlıklarla itham eden ve “Le Corbeau” (Karga) imzasını taşıyan gizemli mektupların neden olduğu olayların hikâyesi.

1920’li yıllarda Fransa’nın Corrèze şehrindeki Tulle adını taşıyan kasabada yaşanan gerçek bir olaydan esinlenen bu Fransız filminin senaryosunu Henri-Georges Clouzot ve Louis Chavance yazarken, Clouzot yönetmenliği de üstlenmiş. Hollywood’un 1951’de Otto Preminger yönetiminde tekrar çektiği (“The 13th Letter”) film bugün Fransız sinemasının klasiklerinden ve kara film türünün de önemli örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. “Suçlu kim?” sorusunu her anında diri tutan ve bu konuda yarattığı merak ve heyecanı finaline kadar canlı kılan film “kara son”u ile de hayli ilginç bir çalışma. Bir sinema klasiği olarak görülmesi şart olan film Fransızcada “karga” kelimesinin kötü niyetli muhbirler için kullanılmaya başlanmasına neden olacak kadar bir etki de yaratmış ülkesinde.

Film Fransa işgal altındayken ve bir Alman şirketi olan Continental’in yapımcılığında çekilmiş. Ülke işgalden kurtulduğunda, bu filmde görev alan bazı sanatçıların sinema sektöründe çalışması çeşitli sürelerle yasaklanmış ve bu kapsamda yönetmen Clouzot da başta ömür boyu sürecek bir ceza aldıysa da iki yıl sonra sinema sektörüne dönebilmiş. Film sadece bu özelliği ile değil, hem solcular hem de milliyetçiler tarafından Fransız halkını aşağıladığı ve bu bağlamda Alman işgalinin normal görünmesini sağladığı gerekçesi ile de eleştirilmiş. Gerçekten de kasabadaki herkesi bir suçun veya bir ahlâksızlığın (ya da en azından etik olmayan bir davranışın) parçası olarak gösteren bir hikâye anlatsa da filmi tam tersi yönde yorumlayanlar da olmuş ve kasabanın içinde olduğu atmosferin Alman işgalinin bir metaforu olduğunu öne sürmüşler. Aralarında filmi ilk savunan isimlerden biri olan Jean-Paul Sartre’ın da olduğu bazı aydınların (Marcel Carné, Jean Cocteau, René Clair) yönetmene yasaklı olduğu yıllardaki desteğinin bugün Clouzot’nun aklanması için yeterli gerekçe olduğunu düşünebiliriz sanırım. Nazi yönetimindeki Fransa’da Fransızların birbirlerini ihbar eden mektuplarının çokluğunu ve senaryonun aslında 1937’de yazılmış olduğunu da hatırlamak gerekiyor bu arada.

“Herhangi bir yerdeki küçük bir kasaba” yazısı ile açılıyor film ve Tony Aubin imzalı bir müzik eşliğinde bize gerilimli bir hikâye anlatacağını ima ediyor daha ilk görüntüleri ile birlikte. Rahatlıkla çarpıcı bir kara film olarak nitelendirebileceğimiz çalışmanın hikâyesinin en temel başarısı “Kim Yaptı” sorusunu tüm karakterleri aynı anda hem şüpheli hem masum (veya kurban) olarak göstererek anlatabilmesi. Bunu da rahatlıkla yapabiliyor çünkü karakterlerin hemen tümünün gizemli bir yanı var ve yine hemen tümü imzasız mektupların hem yazıcısı hem de hedefi olabilecek kişisel geçmişlere, sırlara ve gerekçelere sahipler. Vasat bir senaryonun bir kaosa dönüştüreceği ve/veya zorlama bir hava vereceği hikâye bu ama burada tam tersi oluyor ve film her anında gerilimli bir gerçekçiliği canlı tutmayı başarıyor. Bir Fransız filmine yakışır bir “cinsel gerilim”in hemen her karesine sızdığı hikâye karakterlerine iyi veya kötü olarak yaklaşmıyor ve her birini bir hikâyesi ve derdi olan insan gibi görmemizi sağlıyor. Filmin etkileyiciliğinde bu doğal ve tarafsız yaklaşımın büyük bir payı var ve seyrettiğimiz hikâyenin gerilim atmosferinin karakterlerinin üzerinde her zaman gezinebilmesi de yine bu tercih sayesinde gerçekleşebiliyor.

Cenaze arabasından düşen mektubun kortej sırasında neden olduğu çalkalanmanın anlatıldığı sahnenin görsel başarısı, tören sırasındaki kavga ve peşindekilerden kaçan hemşireyi takip eden kameranın ve elik eden sesin olağanüstü kullanımı veya kilisede kısık sesle gerçekleşen tartışma, itham ve savunma sahnesi gibi çok parlak anları olan bir film bu. Sallanan lambanın neden olduğu aydınlık ve karanlığın adeta iyilik ve kötülüğün metaforuna dörnüştüğü sahnenin de bir örneği olduğu mizansenindeki beceriyi hikâyesinde de tekrarlaması ve kasabalıların ahlâk anlayışını ve tercihlerini çekinmeden sergilemekten kaçınmaması (örneğin “Suçluyu bulamıyoruz; öyleyse suçlunun asıl hedefi olan doktordan kurtulalım ve bu mektuplar sona ersin” yaklaşımı) filmi sinemanın çarpıcı örneklerinden biri kılmaya yetiyor kesinlikle.

Ahlâki bir yozlaşmanın ve ikiyüzlülüğün önemli bir resmi olarak dikkat çeken filmin, derdini nutuk atan bir tavırda değil, olan biteni sergileyen bir tavırla yapmasının yanı sıra, bir sinema filminde görsel ve işitsel unsurlar aracılığı ile bir gerilim duygusunun nasıl inşa edilebileceği konusunda örnek gösterilecek bir başarıya da sahip olması takdiri hak ediyor. Gerilim dendiğinde sinemanın bu konudaki ustalarından biri olan Hitchcock’u da anmak gerek: Clouzot bazı eleştirmenler tarafından “Fransız sinemasının Hithcock’u” olarak tanımlanıyor ve yönetmenin kendisi de Hitchcock’a olan saygısını “Onun büyük bir hayranıyım ve bir filmim onunki ile karşılaştırıldığında bundan gurur duyuyorum” şeklinde ifade etmiş zamanında. 1950’li yıllarda çektiği iki başyapıtının da (1953 yapımı “Le Salaire de la Peur” ve 1955 tarihli “Les Diaboliques”) kanıtladığı gibi bir gerilim duygusunu kurmak ve sürekli tutmakta tıpkı İngiliz yönetmen gibi usta bir sinemacı Clouzot; ama ondan farklı olarak bu gerilim çoğunlukla karakterlerin içinden geliyor, bu filmde olduğu gibi. Belki tam da bu nedenle önceden hesaplanmamış ve içten görünüyor karakterlerin tedirgin bir biçimde içinde sıkışıp kaldıkları atmosfer.

Kuşku, paranoya, histeri ve ikyüzlülüğün çarpıcı bir resmini bir küçük kasabanın karakterleri üzerinden çizen ve hiç dışına çıkmadığı kasabayı adeta dünyadan soyutlayarak, bir mikrokozmos gibi kullanan film “karanlık bir çalışma”. İnsan ruhunun karanlık yönlerine bakmayı seven ve bu bağlamda bir “mizantrop” olarak nitelenen Clouzot’dan mutlaka görülmesi gerekli bir çalışma bu, özet olarak.

(“The Raven”)

(Visited 464 times, 5 visits today)

“Le Corbeau – Henri-Georges Clouzot (1943)” için 2 yorum

  1. Bu filmle ilgili buldugum ilk Turkce analiz ve tek kelime ile mukemmel bir analiz yapmissiniz. Tesekkurler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir