Sandome No Satsujin – Hirokazu Koreeda (2017)

“Bu dünyada, hiç doğmamış olması gereken insanlar var”

Çalıştığı fabrikanın patronunu öldürdüğünü itiraf eden bir adamın yargılanması sırasında yaşananların hikâyesi.

Japon yönetmen Hirokazu Koreeda’nın yazdığı, yönettiği ve kurgusunu da gerçekleştirdiği bir Japonya yapımı. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan film, Koreeda’nın önceki filmleri ile biçimsel ortaklıkları olan ama içerik olarak farklılaşan bir çalışma. “Sıradan insanların günlük hayatları”ndan anları tadına doyulmaz bir incelikle ve zarafeti elden hiç bırakmadan anlatan filmleri ile bilinen yaratıcı yönetmenin bu filmi, mizansen anlayışını çok fazla değiştirmese de daha sert bir hikâyeye yöneldiği ve seyirciyi sorular ile daha doğrudan karşı karşıya bıraktığı bir çalışma. Adalet, gerçek gibi kavramlar üzerinde seyirciyi kendisi ile birlikte dolaştıran film, sinemanın bu “yumuşak usta”sının yarattığı dünyayı bir kez daha sahici kıldığı ve popüler/kolay olanın değil, kalıcı olanın peşine düştğü ve bize de birey olarak sorumluluklarımızı sorgulattığı bir hikâye anlatıyor ve kesinlikle hak ediyor ilgiyi.

Ludovico Einaudi’nin klasik esintili müziğinin eşlik ettiği sert bir sahne ile açılıyor film. Yönetmenin filmografisini bilenleri şaşırtacak bu açılış sahnesinde bir adam bir diğerinin başına sert bir cisimle vurarak onu öldürüyor ve ardından da yakıyor cesedi. İşlediği cinayeti itiraf eden adamın davasına bakan avukatlar onun ifadelerindeki çelişkiler nedeni ile bir başka avukatın da katılmasını istiyorlar davaya ki bu avukat katilin otuz yıl önce işlediği bir başka cinayette onu yargılayan yargıcın da oğlu. Film bu dava üzerinden -bir kısmı mahkeme salonunda geçse de bir mahkeme salonu filmi değil bu; hikâye, katilin ve kurbanın hayatındaki karakterleri ve başta avukatların ofisi olmak üzere farklı mekanları dolaşıyor ağırlıklı olarak- bizden adalet sistemi ve gerçeğin ne demek olduğu üzerine düşünmemizi bekliyor ve bu sorulara kendisi net bir cevap vermemeye de özen gösteriyor. Tam da bu nedenle, seyrettiğimiz hikâyede katilin değişen veya çelişen ifadeleri ile gerçekte ne olup bittiği hakkında hemen her sahnede yeni bir parçayı keşfetmemiz (ya da keşfettiğimizi sanmamız) doğru bir seçim olarak görünüyor. Gerçekten hiç doğmamış olması gereken insanlar var mıdır, kimin suçlu olduğuna kim karar verir/verebilir, adalet sistemi tam olarak neye hizmet eder, gerçek nedir gibi sorular hikâye süresince karşımıza gelirken, Hirokazu Koreeda bu kez bir parça arka planda tutmuş olsa da yine sıradan bireylerin hikâyelerini anlatıyor aslında. Bu kez o hikâyeler yukarıdaki soruları sormanın aracı olma işlevi taşısalar da, yine de yönetmen karakterlerinin her birinin kendi dünyaları, arzuları, acıları, özlemleri olduğunu unutmuyor ve unutturmuyor.

Avukatlardan birinin katilin sürekli ifadelerini değiştirmesi karşısında birlikte çalıştığı diğer avukatlara “Doğru diye bir şey yok. Gerçeği asla öğenemeyeceğiz.” demesi gibi biz de hikâyede neyin doğru olduğundan emin olamıyoruz ve yine aynı avukatın gerçeğin belirsizliği nedeni ile dile getirdiği “O yüzden hangisi dosyamıza yarıyorsa, onu seçeceğiz” önerisinde olduğu gibi biz de inandığımız değerlere uygun olanı seçeceğiz belki de gerçeğin/doğrunun ne olduğuna karar verirken. Film sadece gerçeğin ne olduğunu değil, doğru olanın ne olduğunu da sorguluyor ve sorgulatıyor. Babasının 30 yıl önce idam cezası vermeyip 30 yıl cezaya çarptırdığı adamın şimdi yeni bir cinayet işlemesi (ya da işlediğini söylemesi) idam cezası tartışmasını da koyuyor önümüze hikâyenin yan temalarından biri olarak. Koreeda’nın senaryosu her bir sahnede gerçeğin farklı bir yönünü bize açarken buradan ufak çaplı bir gerilim de üretiyor filmi zenginleştirecek bir şekilde. Bununla da yetinmiyor sinemacı ve bir sahnedeki bir konuşmanın (avukatı ile kızı arasında geçen bir konuşma bu) aynısını bir başka sahneye (avukat ile katil arasındaki bir görüşme) taşıyarak avukatı ve bizi şaşırtan bir “metafizik” öge de yaratmaktan çekinmiyor ki bu metafizik durum katilin kimi hareketlerinin avukata geçmesi (örneğin elinin tersi ile yüzünü silmesi; bu hareketi katil cinayetten sonra yüzüne sıçrayan kanı temizlemek için yapmıştı) gibi unsurlarla da destekliyor. Ne var ki bir gerçeküstü içeriğin veya biçimselliğin peşinde değil yönetmen; önceki filmlerinde olduğu gibi yine yumuşak kamera hareketlerinin ağır bastığı bir sahneleme ile anlatıyor hikâyesini ve bu “normal görünmeyen” unsurları hikâyesinin belirsizliğini desteklemek için kullanıyor asıl olarak.

Avukat ile katil arasındaki görüşmeler (özellikle yakın plan yüzlere odaklanıldığı görüşme) ve bu görüşmelerin birinde ikilinin yüzleri iç içe geçerken birbirlerini karşılıklı sorgulamaları gibi etkileyici anları olan filmde Koreeda -kendi ifadesi ile- “bir avukat ne olduğunu gerçekten öğrenmek isteseydi ne olurdu?” sorusu üzerinden ilerletmiş hikâyesini. Vardığı noktanın belirsizliği belki de en doğru cevap bu soru için. Avukatın yöntemi ve sakin tavrının karşılığı olan bir mizansen seçmiş Koreeda ve doğal olarak hikâyesine ve kendine uygun bir biçim belirlemiş. Benzer bir örtüşmeyi de katil ile avukatın kişisel hikâyeleri üzerinde -ve yine zarifçe- üreten bu filmde oyuncuların tümünün -bir Koreeda filmine yakışacak şekilde elbette- sade oyunculukları ile göz doldurduklarını ekleyelim son olarak.

(“The Third Murder” – “Son Cinayet”)

(Visited 200 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir